Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi Röportajlarım
  • Adnan Şenses/Fenerbahçe Aylık Resmi Dergisi Ekim 2009 - 16/12/2009
  •  

      “Diğer takımları tutmak taraftarlık; Fenerbahçeli olmaksa ayrıcalıktır”

      

     Müziğin duayenlerinden Sayın Adnan Şenses ile Bodrum - Güvercinlik’teki evindeyiz. Bir şarkı mırıldanıyor: “Neden saçların beyazlaşmış arkadaş”… Sonra arkasından da gülümseyerek “Bazen de Fenerbahçe söyletti bu şarkıyı bana” diye ekliyor. Ama yeni sezondan çok umutlu değerli sanatçımız. Şampiyonluğa ve Avrupa’daki başarıya ulaşmak için ne olursa olsun taraftarın takımı ve yönetimi desteklemesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.

      

    Yazın son günleri, güneş gitmek istemiyor, tatilciler ayrılmak istemiyor. Bir yandan da İstanbul bizi bekliyor. Bu gel-gitler arasında son günlerin tadını çıkarmaya çalışan biri daha var. Koyu Fenerbahçeli, müziğimizin duayeni Sayın Adnan Şenses… Güvercinlik mevkii Adnan Şenses Sokak’taki evine ulaştığımızda mütevazı kişiliğiyle, cana yakınlığıyla evinin kapılarını Fenerbahçe’ye açıyor. O hayalindeki işi yapabilen şanslı insanlardan biri. Şimdilerdeyse geçmişindeki çabalarının gayretlerinin sonucunu başarılı bir şekilde almış bir kişi olarak bunun keyfini çıkarıyor. Deneyimlerini müziğe gönül vermiş, başarılı olmak isteyen gençlerle paylaşıp ölümsüzlüğü hak ediyor. Kendisine Fenerbahçe Dergimiz adına bu keyifli söyleşi için teşekkür ediyoruz.

      

    - Biz aramızda “Fenerbahçeli olunmaz, Fenerbahçeli doğulur.” deriz her zaman.  Peki, siz nasıl Fenerbahçeli oldunuz Adnan Bey?

     

    Altı yaşımdan beri Fenerbahçeliyim. Cihat Arman’ın kalecilik yaptığı 1940-1942’li yıllarıydı.  Gönülden yürekten Fenerbahçeli oldum. Fenerbahçe’yi çok seviyorum. Diğer takımları tutmak taraftarlık Fenerbahçeli olmaksa ayrıcalıktır.

      

    - Cihat Arman’ı hepimiz saygıyla anıyoruz. Türk futbolunun ve Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en iyi kalecilerinden biridir. Onu sahada seyreden şanslı kişilerden birisiniz…
       

     

    1954 yılına kadar aralıksız Fenerbahçe takımının kaleciliğini en iyi şekilde yaptı. Fenerbahçe bence, en çok taraftarını o yıllarda onun sayesinde kazandı. Onun şapkasına hayran olmayan yoktu. Sarı kazaklarıyla da sarı kanarya lakabı öyle başladı. Motor Melih, Ahmet Erol, Lefter gibi değerli futbolcular vardı. Fenerbahçe her zaman başarılı bir şekilde yoluna devam ediyor. En büyük seyirci kitlesi olan topluluktur. O zamanki futbolla şimdiki futbol arasında tabii ki dağlar kadar fark var. Futbol sanayi oldu, sistemler ürettik fakat o günlerin de tadı bir başkaydı.

      

    - Bir dönem futbol hayatınız oldu, anlatır mısınız?

     

    Çocukken 1954-1955 yıllarında hep gözüm Fenerbahçe’de top oynamaktaydı. Profesyonel kaleciydim. Askerde ordu takımında ve tümen takımında kara gücünde oynuyordum. İstanbulspor’dayken Beykoz’da sahaya çıktım ama gönlüm hep Fenerbahçe’deydi. O zaman sevgili Can Bartu hem basket hem de futbol oynuyordu. Basri Dirimlili de yine Fenerbahçe’de sol bek oynuyordu. Naci Erdem benim Karagümrük’ten çocukluk arkadaşımdı. Ayrıca futbolun ordinaryüsü Lefter vardı, Fikret, Selahattin vardı. Hep onlarla top oynamak istedim. 16 yaşındaydım İstanbulspor’da antrenmana çıkıyordum. Fakat müziğe olan aşkım da çok büyüktü.  O yaşlarda müzik dersi alıyordum. Askerde bando takımında klarnet çalıyordum. Okumaya fazla hevesli değildim. Bunu anlayan babam 1953-1954 yıllarında Gedikpaşa’da marangoz dükkânı açtı. İleri yıllarda da benim ve ağabeyimin birlikte bir mesleğimiz olmasını istemişti. Babam subaydı. Bizim de asker olmamızı çok isterdi. Benim müziğe olan ilgime de çok sıcak bakmıyordu.

      

    - Tüm bu şartlara rağmen siz yine müziği seçtiniz…
       

     

    Evet, ağabeyim askere gidince atölyeyi kapattık. Ve müzikte kararlı adımlarla yürümeye başladım. İlk sahne aldığım tarih; 1957. Askere gidip, döndüm ve müzikle ilgilendim. İlk elimden tutan Hasan Oktay, menajerimdi. İstanbul Tepebaşı’nda gazinoda çıktım. 13 senelik bir radyo hayatım oldu. Orası benim için bir akademik tecrübeydi. 1960 yılından itibaren de müzikle birlikte sinema oyunculuğu da yaptım. 47 adet filmde başrol oynadım. 1979’da artık tam bir profesyonel olarak ekmeğimi kazanmaya başladım. Allah’ım o kadar büyük ki ben kuluna “Ben seni insanların duygularına, kulağına, zevkine hitap edecek bir insan yapacağım.” dedi. Çok şükür beni layık gördü. Mesleğimden dolayı çok memnunum.

      

    - Fenerbahçe’nin eski dönemlerini birebir yaşayan bir kişi olarak bugünkü Fenerbahçemizi değerlendirebilir misiniz?

     

    Bugüne bakacak olursak; Aziz Yıldırım’ın yaptıklarını kimse inkâr edemez, özellikle de Fenerbahçe taraftarı. Fenerbahçe Aziz Yıldırım’la birlikte çok büyük bir büyüme noktasına girdi; yaptığı tesisler olsun, yatırımlar olsun, transferler olsun, Fenerbahçe tam bir dünya markası oldu. Fenerbahçe zaman zaman bizi üzüyor. Bir Avrupa başarısı hasreti çekiyoruz, çekmiyor değiliz. Üst üste başarısız sonuçlar olunca da taraftar faturayı hemen kesiyor.  Fenerbahçe taraftarının kötü oyuna tahammülü yok. İlk önce yönetim ve teknik heyeti suçluyoruz. Oysa Fenerbahçe çok büyük camia gerek yatırımlarda olsun, gerek yönetimde olsun hep eğitimli kişilerle yapılıyor transfer çalışmaları. Dünya’da futbol akademileri kuruluyor. Artık ayaklar, zekâyla ve teknik eğitimle birleşiyor. Her zaman yönetimimizin arkasında olup takımımızı desteklemeliyiz.

      

     - Ara sıra maçlara gelip Fenerbahçe’ye desteğinizi ve sevginizi her zaman gösteriyorsunuz. Maçları mutlaka kaçırmadan seyrediyor musunuz?
    Uğurlarınız var mı?

     

    Maçlara locaya geliyorum. Otuz senelik Fenerbahçe Spor Kulübü divan üyesiyim. Yenildiğimizde son derece sinirleniyorum. Hata yaptıklarında strese giriyorum ama onlara olan güvenim sonsuz. Benim uğurum yok. Oynayan takım kazanır. Bizim bu sene bu kadroyla mağlup olmadan şampiyon olmamız gerekir. Daum’u da beğeniyorum. Şimdilik çok iyi gidiyor. 

      

    - Söz sahadan açılmışken biraz da oyuncularımızdan bahseder misiniz?
    Beğendiğiniz futbolcularımız kimler?

    Bir kere yeni transferlerimiz Santos ve Baroni bence çok iyi iş çıkartacaklar. Bu şimdiden hissediliyor. Mehmet Topuz, Özer Hurmacı ve Bekir de zamanla daha da çok kadroda yer aldıkça kalitelerini gösterecekler. Alex zaten her zaman Alex. Carlos bir numara. Emre, Selçuk ve Gökhan da bence harikalar. Guiza ve Semih’i hiç ayırmam.

      

    - Yaz sezonunda Bodrum’un doğal kalmış, nadide yerlerinden biri olan Güvercinlik kıyılarında isminiz verilen Adnan Şenses Sokağı’ndaki evinizde yaşıyorsunuz… Vaktiniz nasıl geçiyor?
    Sporun hala hayatınızda yeri var mı?

     

    Bir sanatçı için en büyük ödüllerden biri de bu olsa gerek. Sevilmek çok güzel bir şey. Bodrum’u çok seviyorum. Yaz sezonlarını burada geçiriyoruz. Eşimle beraber yürüyüş yapıyorum. Yüzüyorum. Tenise büyük ilgim var. Zaman buldukça İstanbul’da özellikle tenis oynuyorum. Evimin kendi tenis kortu var. Kortta arkadaşım olursa haftada bir iki gün yarım saat, kırk beş dakika mutlaka oynarım. Arkadaşım olmadığı zamanlarda da duvar çalışması yapıyorum. Eşimle çok iyi vakit geçiriyorum. Keşkelerimden birisi de; onunla daha önce tanışmayı çok isterdim. Beni Adnan olarak seven kültürlü mütevazı bir insan.

      

    - Sağlığınız nasıl?

     

    Bir kere by-pass ameliyatı oldum. Bir de stent takıldı. İki defa da mide ameliyatı oldum. Şimdi çok iyiyim.

      

    - Bundan sonraki dönemde sizi ne gibi çalışmalar içinde görebileceğiz, projeleriniz nelerdir?

     

    Şu an burada sadece tatili düşünüyorum. İstanbul dönüşünde plak çalışmalarım olacak. Bir single düşünüyorum. Henüz bir seçim yapmadım. Halkın kulağında olan bir single yapacağım. Tabii bunun da seçimini çok iyi yapmam lazım.

      

    - Müziği seven ve bunu meslek edinmeyi hedefleyen gençlerin başvurduğu bir duayen olarak onlara ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

     

    Yeni sanatçılar buraya istasyon gibi gelip, gidiyorlar. Bir büyükleri olarak bana “Biz ne yapalım, ne edelim?
    ” diye soruyorlar. Ben de “Çocuklar çok çalışmanız lazım, her şeyin başı çalışmaktır, bunları kulağınızdan çıkarmayın, sanatçı olabilmeniz için altyapınızın temelinizin çok sağlam olması lazım” gibi tavsiyelerde bulunuyor, seslerini dinliyor eleştirilerimi yapıyorum. Ama bugün gençlerimize baktığımız zaman hepsi konservatuarlara gidiyor, akademik bir eğitim alıyorlar. Bu çok güzel fakat bir de bu plağın başka bir yüzü var. Mesela bir takım yarışmalara giriyorlar Popstar falan… Bu yarışmalara girmek pek sağlıklı olmuyor. Kendilerine yazık ediyorlar. Birdenbire kendilerini şöhret olmuş zannedip, arkasında da büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar. Bu çocuklarımız sefil oluyorlar. Onlara üzülüyorum. Çünkü bugüne kadar şöyle baktığımız zaman o yarışmalara katılanlardan şöhret olan yok. Halkın gözünde gündeme gelmiş bir kişi yok ve bu çocukların hayatı başlamadan bitiyor. Sonrasında çalışma hayatı bitiyor, okuma hayatı bitiyor, aile hayatı bitiyor. Gece hayatı başlıyor, alkol hayatı başlıyor. Birden şöhretin basamaklarını çıktıklarını zannediyorlar. Oysa elde var koskoca bir sıfır.
       

    Özellikle çok üzüldüğüm bir konuya daha değinmek istiyorum. Hadi gençleri bir tarafa koyalım artık bu iş çocuklara da sıçramış durumda. Mesela bir takım programlarda 6-7 yaşında çocukları çıkarıyorlar. Daha okul çağına bile gelmemiş bu çocuklar büyükler gibi giyinip; şarkı söylemeye, dans etmeye çalışıyorlar. Bunu devletimiz, Milli Eğitim Bakanlığımız görmüyor mu?
    Bu yaştaki çocukların o tür yarışmalarda işi ne?
    Anne babalar belki mutlu oluyor ama çocukların geleceği ne olacak diye düşünen yok. Yazık çok yazık… 

      

    - Zamanımızdaki müzikler, şarkılar pek kalıcı değil. Sanki bir kulağımızdan girip diğer kulağımızdan hemen çıkıyor. Oysa eski besteler hala kalıcılığını sürdürüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

     

    Müzik evrenseldir,  kulağa hoş gelen, insanın ruhunu okşayan, bestesi güzel olan, deyimleri güzel olan parçalar her zaman akılda kalır. Bazı besteler yaşanan acı ve tatlı gerçekleri bize çok güzel yansıtır. Bunları bize yansıtan çok değerli bestecilerimiz vardı. Bir Selahattin Pınar, bir Saadettin Kaynak. Bu kişiler 100 yıl geçse de hiçbir zaman unutulmayan bestekârlar… Bugüne baktığımızda koskoca bir “Yazık” diyorum. Bugün bir pop sanatçısı benim Türk sanat müziğimi alıyor aranje ediyor ve ona albüm yapıyor. O pop albümü güncellik kazanıyor. Çok ilginç yani müzik bugün o evrenselliğini kaybediyor. Yozlaşıyor. Annemin benim kulağıma söylediği ninni, bir tasavvuf müziği, bunlar bizim ruhumuzu ferahlatıyordu. Nerede benim müziğim?
    Ama tek tesellim; “Her şey bir gün aslına döner.” deyiminde saklı.

     

    - Beğendiğiniz sanatçılar kimler?

     

    Muazzez Abacı, Emel Sayın, Sibel Can, Seda Sayan ve Ebru Gündeş’i beğeniyorum. Pop sevmiyorum, Türk sanat ve Türk halk müziği, klasik, senfoni müziği çok seviyorum. Her müziğin doğası güzeldir. Teknik aletlerle güzelleştirilmiş müziği sevmiyorum. Kıraç’ın Fenerbahçe için yaptığı marş şahanedir mesela!  

      

    - Fenerbahçe Dergisi’ni okuyor musunuz?
     

     

    Her ay düzenli olarak takip ediyorum. Görsel yayından çok okumayı seviyorum. Fenerbahçe Spor Kulübümüzü temsil eden bir dergi. Başkanımızın da her ay yazısının olması dergimizi daha ciddi boyutlara taşıyor, güven veriyor. Futbol dışındaki şubelerle fazla ilgilenemediğimden bu dalların haberlerine de dergi vasıtasıyla kolaylıkla ulaşıyorum. Sizleri kutluyorum.

     

    - Fenerbahçe Dergisi okuyucuları için mesajınız var mı?

     

    İyi bir müzik nasıl kulağıma hoş bir etki yaratıyorsa, Fenerbahçeliliğim de hayatımın içinde önemli bir yer tutuyor. Maçlara gidiyorum. Eleştirilerimi yapıyorum. Bazen çok sinirleniyorum. Fakat sonuçta ne kadar fanatik olsam da fevri bir davranış içerisine girmiyorum. Benim taraftarımızdan da beklentim aynı yönde. Her zaman yönetimimizi, oyuncularımızı, teknik ekibimizi desteklesinler. Bir noktaya ulaşacaksak bu hepimizin birlikteliğiyle oluşur. Dünyada böyle bir taraftar yok. Fenerbahçe’yi çok seviyorum. Fenerbahçe’yi seveni de çok seviyorum.

      

     




    Site Haritası
    Ziyaret Bilgileri
    Aktif Ziyaretçi1
    Bugün Toplam7
    Toplam Ziyaret217610
    Resimler
    Yazılarım
    8 Mart Kadınlar günü Organizasyonu