|
“Maçın sonucunu söylemem için 10 dakika bana yeter” Futbolun Dünya’daki patron koltuğuna sahip olup sadece oturarak patronluk taslamamak ne kadar önemli; mücadele ve başarı için kolların hep sıvalı olması ne kadar ağır bir sorumluluk ve fedakârlık... Tarafsız davranarak herkesin hakkını gözetebilmek nasıl bir meziyet… Sayın Şenes Erzik, bu sorumluluğu her zaman eksiksiz taşıyor ve yönetiyor; mükemmelin karşılığını arıyor ve işinin her zaman hakkını veriyor. Futbol yöneticiliğinin üstadı hepimize gurur vermeye devam ediyor. Rahmetli olan büyük ağabeyimin benim hayatımda çok büyük rolü oldu. Arada bu kadar yaş farkı olunca nerdeyse babam gibiydi. Tam bir fanatik Fenerbahçeliydi. Ben de onun vasıtasıyla küçük yaşlarımdan itibaren Fenerbahçeli oldum. Sanki Fenerbahçeli doğmuşum gibi oldu. Ya tahsilime ya da futbola devam edecektim. Bir seçim yapmam gerekiyordu. O yaşta, o kararı vermek gerçekten zordu. 21 kişilik sınıflarda okuyorduk, bu okulu kazanmak da çok zordu. Kendi kendime “Ben bu okulu okursam her şey olabilirim” dedim ve kararım Robert Kolej oldu. 1990 yılının Nisan ayında Malta’da UEFA’da ilk asli yönetim kuruluna ilk defa seçildim. 2009 yani; 19 sene bitmek üzere… Şu anda UEFA yönetim kurulunda benden evvelki dönemlerde dâhil olmak üzere en uzun süre görev yapmış insanım. Belki de okullardaki beden eğitimi dersinin ismi de yanlış, yalnız beden eğitimi değil kafayı da eğiteceksiniz. Etik değerleri anlatacaksınız. Yarışmanın ruhunu anlatacaksınız, olimpik ruhu anlatacaksınız. Olay kasadan atlamakla ibaret olmamalı. Mental gelişime katkıda bulunacak ders kuralları koymak lazım. Benim UEFA’da görev yaptığım bir zaman diliminde ülkede 4 yıl arayla hem CL finali oynanacak, hem de UEFA finali oynanacak. Türkiye 2005’te de Olimpiyat Stadı’nda Şampiyonlar Ligi Finali yapmış ve dünya basını uzun süre bu organizasyonun başarısından söz etmişti. Çok büyük gurur duydum. Hem de Aziz Bey’e o stadı yapmadan evvel aramızda geçen konuşmanın sözünde durmuş oldum. Brezilya’dan beri tanıdığım Alex’i çok beğenirim. Bugünün Türkiye’sinde gelmiş geçmiş en faydalı ve kaptanlığın en çok yakıştığı futbolcu Alex’tir. - Şenes Erzik nasıl Fenerbahçeli oldu?
Tekne kazıntısı tabirini bilirsiniz, babam 57 yaşındayken doğmuşum. Ağabeylerimle ve ablamla aramda çok yaş farkı var. Rahmetli olan büyük ağabeyimin benim hayatımda çok büyük rolü oldu. Arada bu kadar yaş farkı olunca nerdeyse babam gibiydi. Her konuda özellikle eğitimimle ve Robert Kolej’e gitmem için benimle çok ilgilendi. Bazı derslerimde de çok yardımcı oldu. Okul yıllarında matematik başta olmak üzere her derste çok başarılı bir öğrenciydi. Onun çok etkisinde kaldım. Pazar sabahları “Git top oyna ama bir saat sonra gel, çalış” derdi. Edebi tarzı, üslubu her şeyi güzeldi. Baskı yapmadı. Tam bir fanatik Fenerbahçeliydi. Ben de onun vasıtasıyla küçük yaşlarımdan itibaren Fenerbahçeli oldum. Sanki Fenerbahçeli doğmuşum gibi oldu. Tabii bu hiçbir zaman değişmedi. Mesela sınıfta çok samimi olduğum Bahadır diye bir arkadaşım vardı. O tam anlamıyla fanatik bir Galatasaraylıydı. Çok çekişirdik. Biraz da bu çekişmeler Fenerbahçe’yi daha çok savunmama neden oldu. Hep öyle gelişti. - Kısa da olsa bir futbolculuk geçmişiniz var…
Ali Sami Yen Stadı’nda seçmeler yapılıyordu. Biz futbolu iyi oynayan üç arkadaş bu seçmelere gittik. Onların her ikisi Galatasaraylıydı. İkisi de seçmeleri kazanamadı. Elemeler serisi sonucu ben Galatasaray genç futbol takımına seçilmiştim. Baba Gündüz seçmişti. Fakat Robert Kolej diğer okullara benzemiyor, bir saat devamsızlık bile affedilecek bir şey değildi. Bugün Arnavutköy’deki yerinde değildik. Orada kızlar vardı. Biz Boğaziçi’nin olduğu yerdeydik. Yüksek kısmı da ordaydı. Öğlene kadardı dersler, yalnız sabahları Galatasaray’ın da antrenmanları oluyordu. Böylece derslerle, antrenmanlar çakışıyordu. Ben antrenmanlara gitmeye başladım, cazip geliyor tabii 14’lü yaşlar. Fazla da geçmedi üç hafta sonra eve aylık karne geldi. Karneye ek de bir not gelmiş. Ağabeyim şaşırarak “Hayırdır, senden böyle bir şey görmedik, devamsızlık var, nereye gidiyorsun sen?”diye sordu. Tabii morardım, yalan da söyleyemedim, anlattım. Ağabeyim yazıyı önüme koyarak “Kararını vermelisin” dedi. Ya tahsilime ya da futbola devam edecektim. Bir seçim yapmam gerekiyordu. O yaşta o kararı vermek gerçekten zordu. 21 kişilik sınıflarda okuyorduk, bu okulu kazanmak da çok zordu. Kendi kendime “Ben bu okulu okursam her şey olabilirim” dedim ve kararım Robert Kolej oldu. İşletme bölümünü de bitirdim, mastır da yaptım. Ne zaman geriye baksam; o günkü kararımın ne kadar doğru olduğunu anlıyorum, “İyi ki yapmışım” dediğim olay kesinlikle tahsil hayatımdır. Sonra da uluslararası şirketler derken böyle geçti seneler… - 70’li yıllardan bu yana fiilen futbol yöneticiliğinin içindesiniz. Anımsadığım kadarıyla Türkiye’de 14 ayrı görevde üyelik başkanlık, yurt dışındaysa 13 üyelik ve başkanlık görevlerinde bulundunuz. Dünyada bu kadar görevi üstlenmiş başka bir futbol adamı tanıyor musunuz?
Başta görev yapan FIFA başkanı Sepp Blatter, çünkü neden yaklaşık 34 sene evvel FIFA’ya girmiş, geliştirme projelerinde çalışmış, sonra genel sekreter olmuş. O yıllarda çeşitli temaslarda olduğum için biliyorum. Sonra da Avalanje zamanında ki çok önemli bir başkan FIFA’da gelmiş geçmiş, önemli görevler yapmış bir insan. Avalange’dan sonra başkan oldu. Biliyorsunuz 1998’de Paris’te seçim yapıldı. Johansson ve Blatter adaydı. Kazandı başkanlık yaptı. Tepedeki insanlar Blatter olsun Avalange olsun hem çekirdekten geldiler, hem uzun süreler görev yaptılar, bu kişilerin rekorlarını kimse kıramaz. Tabii diğer yöneticiler tek tek ne kadar görev yaptılar bilemem. Başından itibaren bir takım fedakârlıklar gereken bir iş yapıyoruz. Bu kadar önemli görevler alınacağı, insanın bu kadar da yoğun tempo içine gireceği baştan belli değildi elbette. Fenerbahçe yönetim kurulunda görev yaptığınız 70’li (1973-74-75-76-77) yılları biraz anlatabilir misiniz?
Ondan önce yakın zamanda çok güzel bir gün geçirdik, o günü sizlerle paylaşmak istiyorum. Şükrü Birand’ın düzenlediği bir organizasyonla Sayın Faruk Ilgaz’a gittik. Çok da iyi oldu. Faruk beni her zaman on günde bir arıyor, konuşuyor, sohbet ediyoruz. Faruk Ilgaz başkanken ben Fenerbahçe’de genel sekreterlik yaptım. Dolayısıyla duygulu anlar yaşadık. Yanımızda Canavar Burhan, Şükrü Ersoy da vardı. Şükrü ben yönetim kurulundayken teknik ekipte yer almıştı. Oradan Küçük Fikret’e gittik. Zaten yakın evler, özlemli bir günü oldu. Onlar beni, bense onları görmekten çok mutlu oldum. Özellikle Faruk Ilgaz’ın evinde duvarlarda resimlerimizi görmek çok hoşuma gitti. Eski günleri yâd ettik. - TFF’nin onursal başkanısınız. Son atanan ve ilk seçilen başkan oldunuz. Atama görevi de sizinle son buldu. Bunu kimse değiştiremez çünkü tarihi değiştirmesi lazım ki o da mümkün değil. Göreve başladığınızda federasyona ne gibi yenilikler getirdiniz? Türkiye’de başka sıfatlarda şanslıymışım; şanslıymışım diyorum çünkü eldeki görevlerimin sürelerini bitirmeden, daha bir buçuk sene varken arkadaşlarımızla birlikte FIFA ve UEFA statüleri paralelinde bir an evvel seçimlere girelim, demokratik usullerle bir seçim yapalım ki FIFA ve UEFA normlarına uygun saygın bir federasyon oluşturalım dedik. Dedik ve bu da bize nasip oldu. Beni rahmetli Turgut Özal atamıştı. Futbol federasyonu da diğer federasyonlar gibi Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne bağlı olup, özerk değildi. Yasa çıktı, yasa çıkartılmasına neden olduk. “Yasa olmazsa zaten görev kabul etmem” dedim o zaman. Ve yasalar, ana statüler her şey o süreç içinde oldu. Böyle bir gelişim süreci içine girileceği, kurumsal yapıyı oluşturabilmek için federasyon başkanı olacağım hiçbir zaman aklımdan geçmemişti. UEFA’lar, FIFA’lar böyle bir planlamalar yoktu, çünkü öyle bir mevkiler yoktu o yıllarda. UEFA, FIFA da amatör çalışıyordu. Hatta göreve geldiğimizde ilk yaptığım iş her şey bilgisayarla olsun istedim. O zaman bilgisayarlarda böyle gelişmemişti. Çok basit sistemleri vardı. O dönemin en gelişmiş sistemlerini alıp federasyon bünyesine soktuk. İşi bilen en iyi kişileri aldık. Tuhaf bir rastlantı hep istediğim bir şey; futbolun içinde cinsiyet ayrımı olmadan, erkek kadın hep birlikte çalışmaktı. Kadınların sportif yönetimde olmasının bize çok büyük faydası olacağını düşündüm ve haklı olduğumu gördüm. Bu konu ile ilgili bir anımı anlatayım. Görevli bir hanım arkadaşımız vardı, kendisini UEFA’ya gönderdik. Kendisine “Git sistemlere bak, oradaki gelişmeleri incele” diye. Döndüğündeyse anlattıkları karşısında şaşırdık. Bizim bilgisayar firmasından aldığımız sistem daha UEFA’da yoktu. Hanım çalışanımız oraya öğrenmeye gitti, öğreterek geri geldi. Bu bilgisayar ağını Türkiye’de 9 bölgeye yaydık. Erzurum’a kadar teşkilatlandık ve bu görevlerin başına da bilgisayar bilgisine vakıf kişileri getirerek kullandırmaya başladık. 90’lı yıllar bu anlattıklarım. Çok büyük yenilikler ve devrimler yaptık, uluslararası çağdaş standartlarda hem federasyon yapısını kurduk hem de bu yapıyı müsabakalara aksettirip, takımları daha da iyileştirmeye çalıştık. Hepsi oldu bunların ve amacımıza ulaştık. Hala bakıyorum; 1992, 93, 94 yıllarında ilk defa olmak üzere genç takımlarımız Avrupa Şampiyonası’nda üç yıl üst üste final oynamışlar. 1993 yılında 18 yaş altı takımımız İngilizlerle oynadı, 30.000 seyirci vardı. Bir penaltı golüyle yenildik, ikinci olduk. Ama 1992 yılında Avrupa Şampiyonu oldular. 1994 yılında da 16 yaş altı takımımız şampiyon derece aldı. İspanya, Portekiz ile birlikte Avrupa’nın en iyi gençler kategorisine girerek başarımızı gösterdik. 1996 yılında Avrupa Şampiyonası’na katılan gençlerden gelen ekipler Akdeniz Oyunları’nı kazandılar. Hem kurumsal yapı olarak hem de yeşil sahalarda başarılar olarak; bilinçli, sürekli, istikrarlı birbirini takip eden sistemleri bozmadan iyi ekipler yarışmaları kazandılar. Böyle önemli bir sekiz sene geçirdik. 1996’da havuz sistemini ilk biz kurduk. O yıl bir rastlantı sonucu benim 3.dönem seçimim vardı. Sıkıntılı bir dönem geçirmiştik. 1996 yılında hiç rakipsiz tekrardan seçime girdik ve kazandık. Dört yılımızdan bir yıl geçmişken 1997 yılında hem FIFA hem UEFA son derece gelişti ve yoğunlaştı. - Türk spor tarihinde de bizlere ilkleri yaşatarak UEFA 1. Asbaşkanlığına kadar yükseldiniz. Ayrıca FIFA’daki görevleriniz de var… Bu yol da çok kolay olmasa gerek…
UEFA’da plan yaparak yükselmek diye bir şey yok, bazen rastlantılarda önemli, yani orada sizi tanıyanlar da önemli, daha önceden tanıyanlar da önemli. Onların görevde olup olmaması da önemli. Bu sizin tanınma oranınızı ya artırıyor ya azaltıyor. Benim ilk uluslararası organizasyonlarla temasım 1977 yılında oldu. 1977 yılında; 1978’deki UEFA Kongresi’nin için İstanbul’da yapılmasına karar verildi. O zamanlar Fenerbahçe’de futbol oynamış rahmetli İbrahim İskeçe federasyon başkanıydı. Ali Şen de asbaşkandı. Bu grupta kimler vardı; Alp Yalman, ben, Togay Bayatlı, Aldo Elagöz, Erman Yardelen. Böyle çekirdek bir grup; bu işin organizasyonunu yukarıdan yapmak üzere başkan bizi davet etti. O zaman UEFA’nın genel sekreteri Hans Banganter vardı. Çok önemli güçlü bir adamdı. UEFA’nın ilk kuruluş yıllarında görev almış çok deneyimli bir insandı, o geldi. Burada otel seçimi, konaklama seçimi, kongre nerede olacak hepsi araştırıldı. Şimdi Intercontinental Otel, o yıllarda Sheraton Otel’iydi. Orada yapılmasına karar verildi. Bizleri tanıdı… Bu organizasyonda görev alacak bu işi yapacak kişiler olarak çeşitli toplantılar yaptık. Çok da güzel bir hazırlık dönemi geçti ve sonra senelerce 1978’de İstanbul’da yapılan UEFA kongresi dillerden düşmedi. Ben de UEFA’ya bu kongreyle bir nevi adımımı atmış oldum. Sonra Yılmaz Tokatlı TFF’de göreve geldi, tabii Hans Banganter beni o toplantılar vesilesiyle tanımıştı. Yılmaz Tokatlı federasyon başkanıyken görevim önce dış ilişkilerdi, bu anlattığım süreç içerisinde sonra yönetim kuruluna girdim. O sırada da Banganter’den “Gençler komitesinde görev yapar mısın?” diye bir teklif geldi. Yılmaz Tokatlı Paşa da onaylayınca UEFA gençlik komitesinde 1982 yılından itibaren görev aldım. Bu görev 1990 yılına kadar sürdü. Her yıl iki turnuva, 18 yaş altı o zamanki strateji ile 16 yaş altı Avrupa şampiyonalarına gittik geldik. Organizasyon komitesinde çalıştık. Dolayısıyla UEFA çevrelerinde çeşitli federasyonları, genç hakemleri, futbolcuları, yöneticileri tanıma olanağı buldum. 1990 yılında UEFA seçimlerine iki ay kala Almanya Federasyon Başkanı ve o dönemdeki UEFA Başkanı Jacques Goerges bana telefon etti ve “Sizi UEFA Yönetim Kurulu’nda görmek istiyoruz” dediler. 1990 yılının Nisan ayında Malta’da UEFA’da ilk asli yönetim kuruluna ilk defa seçildim. 2009 yani 19 sene bitmek üzere… Şu anda UEFA yönetim kurulunda benden evvelki dönemlerde dâhil olmak üzere en uzun süre görev yapmış insanım. Allah sağlık verirse 2011 de görev süremi doldurmuş olacağım ve 21 yıl bitmiş olacak. İleride ne olur bilmiyorum. - Ya FIFA’daki çalışmalarınız…
1996 UEFA yönetiminin kuruluşunda altıncı senemi tamamlarken başkanımız Lennart Johansson FIFA yönetim kuruluna da aday olmamı istedi. Henüz erken dedim ama dinletemedim. “Ben istiyorum, her iki görevde de olman gerekidedi. Seçime girdim ve kazandım. Bu görev de 1996 yılından beri devam ediyor… - Aileniz bu hızınıza ayak uydurabildi mi?
Tabii ki hepsini bir arada yapmak mümkün değildi. Profesyonel bir iş gibi gece gündüz çalışmaya başlamıştık. Bir de seyahatler yoğunlaşınca “Aile” dediniz, işte ben de bu nedenle TFF’yi bıraktım. Aile açısından çok zorluklar çektim. Bu kadar görevi bir arada üstlenmişseniz, bir takım fedakârlıklarda bulunmanız gerekiyor. Bu fedakârlıkları da en çok en yakınınızdaki insanlardan bekliyorsunuz. Önce aileniz, eşiniz, çocuklarınız sonra arkadaşlarınız… Şu andaki konum itibarıyla görevlerimiz azalacağına her zaman artıyor. Seyahatler kıtalar arası olmaya başladı. FIİFA görevim nedeniyle de bu seyahatler ikiye katlanıyor. FIİFA’nın Mısır’da Dünya Gençler Şampiyonası var oraya gidiyorsunuz, açılış yapılıyor, sonra Zürih yoluyla Rio’ya gidiyorsunuz çünkü FIFA yönetim kurulu var, oradan geliyorsunuz UEFA yönetim kurulu var… Dünyayı aşıyorsunuz, böylece ailenize de yeterli zamanı ayıramıyorsunuz. Son iki ayın ancak on günü evimde geçmiş, kalan süreyi hep yurt dışında geçirmişim. Bu meşakkatli bir görev. Artık uzun süreli seyahatlerde eşimi de yanımda götürüyorum. Buradan yapılan hizmetten ötürü büyük manevi bir güç var. Bir yerde ülkenizin adı önemli kendi ülkenizi temsil ediyorsunuz. Türkiye’den UEFA’nın 8 yıldır 1.başkan yardımcısı olmak herhalde çok önemli bir şey özellikle de bunun futbolda olması daha farklı. Bizim yaptığımız basit bir hesapla FIFA da 265 milyon insan; kadın, erkek, çocuk, küçük, büyük, hakem, futbolcu lisansıya olmuş. Yani bu rakamın içinde herkes var… Yöneticiler var şu var bu var. Futbolla direk ilişkisi olan insanlar. Bunları ailesiyle düşünüp dörtle çarpsanız bir milyar insan ortaya çıkıyor. Dünyada böyle potansiyele sahip bir güç hiçbir yerde yok. Dolayısıyla bunu iyiye kullanmak gerekir. Dört senedir hem FIFA’da hem UEFA’da fair play ve sosyal sorumluluk komiteleri kuruldu. Ne mutlu ki bana her ikisinin de komite başkanıyım; ondan da ayrı bir manevi haz duyuyorum. - Michel François Platini ile Başkan ve 1. Başkan Yardımcısı olarak çok uyumlu bir yönetim gösterdiniz. Bunla ilgili neler söyleyeceksiniz? Platini ile ilginç bir anınız var mı?
Platini ile benim dostluğum 1995-1996 yıllarında başlar. Onun futbolculuk dönemi 1986’da bitmişti. 1995-96 yıllarında Platini ilk göreve başladığında ben de FIFA’nın Olimpiyat Komitesinde görevliydim. Dünya kupası organizasyonu komitesinde görev aldım. Lennart Johansson - Anılara devam ediniz lütfen…
- “Öfkenin başlangıcı çılgınlık, sonu pişmanlıktır” derler. Ne yazık ki seyirci önünde oynanan spor dalları şiddet ve düzensizliği beraberinde getiriyor. Bu durum çekilmez bir hal alıyor. Şiddetin önlenmesi için sizce neler yapılmalıdır?
Futbol sadece bir oyun değil. Eğitim, bilgi ve becerilerin kazanıldığı bir platform. Kültürlerarası bir iletişim, bir sosyal sorumluluk aracı. Şiddeti önlemek için de kesin olan bir tek şey var: Eğitim. Ama hala bir yerinden başlayamadık. Eğitim okulda olur. Ağaç yaşken eğilir. O çocuk büyürken rakibine, takım arkadaşına yöneticilerine, öğretmenine herkese saygılı olması lazım, örnek olacak kişilerin iyi örnek olması gerekir. - O zaman niçin okullardaki beden eğitimi derslerine ilave ders olarak bir de spor eğitimi dersi müfredata alınmıyor?
Tabii haklısınız. Yalnız bir görevde olduğunuz zaman var, bir de görevde olmadığınız zaman var. Ben futbol federasyonunun sadece onursal başkanıyım. Türkiye içerisinde görevde olan bir sıfatım yok. Dolayısıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na öneri götürme durumum da yok. Ters düşer, ortada bir federasyon var. Ama herkesin birbirinden beklediğini görüyorum. Daha doğrusu fırsat bulunca yönetici arkadaşlarımızın tersine hareket ettiğini görüyorum. Örnek olacak kişiler kötü örnek olursa başka, iyi örnek olursa başka… Maalesef çoğunlukla kötü örnek oluyorlar. Hiç ayırım yapmadan konuşuyorum kötü örnek olmaya devam ederseniz gençlere hiçbir şey öğretemezsiniz. Eskiden seyirci profili değişikti. Yalnız maddi koşullar nedeniyle değil, resimlere bakıyorum bulunduğum zamanları da biliyorum, Eşim Galatasaray kongre üyesi. O zamanlar maça giderdik. Kimin nerede oturduğu hiç önemli değildi. Bütün arkadaşlar birlikte gidiyorduk. Maç sırasında herkes kendi takımını teşvik ediyordu. Sporun spor olduğunu, eğlence olduğunu, başka hiçbir amacı olmadığını, hele hele böyle ayrımcılığa sebep olacak bir şey olmadığını ancak küçük yaşlarda öğretebilirsiniz, bu da okuldan geçer. Belki de okullardaki beden eğitimi dersinin ismi de yanlış, yalnız beden eğitimi değil kafayı da eğiteceksiniz. Etik değerleri anlatacaksınız. Yarışmanın ruhunu anlatacaksınız, olimpik ruhu anlatacaksınız. Olay kasadan atlamakla ibaret olmamalı. Mental gelişime katkıda bulunacak ders kuralları koymak lazım. Eğitim deyip de sonradan yapılacak bir eğitim yok. Oraya giden zaten kendiyle barışık olmayan birkaç kişi değil o güruh o kalabalığı artık eğitemezsiniz artık onlara ceza verseniz de bir şey değişmeyecek o yine çıkacak kendi yanlış yoluna devam edecek. Bu yasayla da mümkün değil her yıl yeni kuşak yetişiyor. Türkiye’de genç nüfus çok. Bunun mutlaka bir çözümü olmalı. Emniyet gücü 5000 değil 25000 olsa ne olur… Temelden başlamak lazım yoksa hep böyle ağlarız. - 2009 UEFA Kupası Finali’nin Şükrü Saracoğlu Stadı’nda oynanması hepimize gurur verdi. Geri dönüşüm başarılı oldu mu? Artılarımız ve eksilerimiz nelerdi sizce? Öte yandan, UEFA’nın, Avrupa Birliği’nin 50. yılı nedeniyle geçen yıl ilkini Brüksel’de açtığı ‘Only A Game?’(Sadece bir oyun mu?) isimli sergi, sizin girişiminiz ve desteğinizle 2010 yılında İstanbul’da açılacak. Neler söylemek istersiniz?
Maçtan on beş gün evvel UEFA’dan raportörler gelmişti. Hiçbir sorun yok diye rapor verdiler. Her şeyin tezleri alındı, dört dörtlük bir final bekliyoruz. Konum itibarıyla o yolun kapatılması çok önemliydi, çare yoktu, kapatıldı, bütün tedbirler alındı. Tek sorunumuz daha güçlü takımlarla gelebilirdi finale, gelemediği için de bilet istekleri tartışıldı; özellikle o nedenle tribünlerin dolu görünmesi gerekebilir denildi. TFF fevkalade bir çalışma yaptı. Tabii ki UEFA ile birlikte… Neticede burada uygulamayı futbol federasyonu yapacaktı. Hiç boşluk yoktu. Pırıl pırıl bir çalışmayla yüzümüzün akıyla çıktık. Her şey çok güzeldi; en gurur duyanlardan biri de bendim. Benim UEFA’da görev yaptığım bir zaman diliminde ülkede 4 yıl arayla hem Şampiyonlar Ligi Finali oynanacak, hem de UEFA finali oynanacak. Türkiye 2005’te de Olimpiyat Stadı’nda Şampiyonlar Ligi Finali yapmış ve dünya basını uzun süre bu organizasyonun başarısından söz etmişti. Çok büyük gurur duydum. Hem de Aziz Bey’e o stadı yapmadan evvel aramızda geçen konuşmanın sözünde durmuş oldum. - Fenerbahçe’nin UEFA’da şansını nasıl görüyorsunuz?
UEFA için başlangıç kötü oldu. Ama niye kötü oldu, eğer CL’ye kalamazsanız gerek İngiltere İtalya, İspanya gibi o yukarıdaki takımlar gibi daha önceden eylül ayını garanti edemezseniz, gruplar o zaman zor oluyor. Neden sezonu çok erken açıyorsunuz futbolcular dinlenemiyor, zaten milli takımda oynayanlar başta olmak üzere sezonda 60-70 maç oynamış oluyorlar, hırpalanmış oluyor sakatlanmış oluyorlar. Cezalar oluyor. Maalesef eskiden bu durum bugüne kıyasla daha iyi oluyordu. Bir ay tatil yapabiliyordu futbolcular. Ne Şampiyonlar Ligi vardı ne milli takımlar ne de bu kadar çok maç yapılıyordu. Ama şimdi çok değişti işler. Takvim doldu, uluslararası takvim büyük bir sorun milli takımlarına gidiyorlar. Kulüp takımlarında Şampiyonlar Ligi oynuyorlar. O Şampiyonlar Ligi’ne başa dönersek eylül ayında gruplardan itibaren gidemiyorsanız erken açınca sezonu sakatlıklar dâhil yüklenme olduğu için çok büyük sorunlarla karşılaşıyorsunuz. Şimdi o dönem geçti. Milli maçlar aralıkları şu bu derken dinlenmeler çoğaldı. Dolayısıyla Fenerbahçe de dâhil olmak üzere bütün takımları daha ileriye yönelik şanslı görüyorum. Bir de gruptan çıkarsa ki öyle görünüyor inşallah ileriye doğru gider. Tabii burada tek tehlike var, şampiyonlar liginden 3. olup gelecek takımlar var sekiz tane. Onlarda sıradan takım değiller. Onu da kabul etmek gerekir, fakat burada başlamış olmanın ben bir avantajını görüyorum çünkü başka bir ligden gelmek ne kadar olsa demotivasyona sebep olur. Hele Şampiyonlar Ligi’nden elenmiş olmak o takımları biraz hırpalar. Ben iyi bir şansı olduğuna inanıyorum. - Dünyada en beğendiğiniz futbolculardan birkaç isim verebilir misiniz?
Messi ve Kaka’yı beğenirim. Brezilya’dan beri tanıdığım Alex’i çok beğenirim. Bugünün Türkiye’sinde gelmiş geçmiş en faydalı ve kaptanlığın en çok yakıştığı futbolcu Alex’tir. Türkiye’de gençler olarak da bir numara Arda’yı beğenirim. - Kendinizde en beğendiğiniz ve beğenmediğiniz yönünüz nedir?
Beni tanıyanlara sormak lazım aslında, ama kendimde en beğendiğim yanım hiç kindar değilimdir. Hiç hayatımda düşman kelimesi sarf edilmemiştir. Beğenmediğim yönüm ise sinirlendiğimde veya bir şeye kızdığımda reaksiyonlarım hemen yüzümden belli oluyor. Bu durumdan da tabii ki hoşnut değilim. Zaman zaman insanlar sizi öyle bir noktaya getiriyor ki karşınızdaki kişi sizi öyle sinirlendiriyor ki elimde olmadan yüzüme yansıyabiliyor. - İş dışındaki zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sporla birebir ilginiz?
Son senelerde kışın özellikle kapalı havuzlarda yüzmeyi seviyorum. Geçen sene bir operasyon geçirdim. Epey süre yüzemedim. Şimdi yeni yeni başladım tekrar. Yürümek için pek zaman bulamıyorum. - Maç uğurlarınız var mı? Yılların verdiği tecrübeyle, izlediğiniz maçlarda hangi taraf kazanacak anlayabiliyor musunuz?
Belli bir uğurum yok. Bir takımı on dakika izlemek bana yeter, on dakika sonra sonucu size söylerim. Oyuncuların halinden davranışlarından anlıyorum. - Taraftarımıza söylemek istedikleriniz?
Sağlıklı, mutlu, neşeli ama hiçbir zaman sporu esas amacından saptırmayan bir taraftarlık örneği sunsunlar istiyorum. Ayrıca tüm okurlarınızın 2010 yılını kutluyorum. - Dergimiz hakkındaki düşünceleriniz?
|